BLOGGER TEMPLATES - TWITTER BACKGROUNDS »

7 Nisan 2012 Cumartesi

Vakitsiz Dolunayın Ertesi


Zaman bir şekilde geçti dostlar ve bizler otuz yaşımıza merdiveni dayadık. İran'da geçirdiğim dönemin önemi büyük derim ya hayatımda, sebebi o güne kadar sormadığım soruları sormuş olmamdır kendime. Ortalama şartlarla bir bu kadar sene daha üzerinde soluk alıp vereceğim bu dünya ile alışverişim neydi? Kalan vaktimi ne için mi, nasıl mı, yoksa kimlerle mi geçireceğim daha önemliydi? Bunlar arasından bir seçim yapmalı ve bir daha arkama bakmamalı mıydım, yoksa hepsini dengeleyebileceğim bir çözüm yolu var mıydı? Bu ve benzeri birçok soruyu defalarca kendime sordum, halen de soruyorum, belki de ömrümüm sonuna dek sormaya devam edeceğim.

Lakin emin olduğum, onca şey arasından bana bir anlam ifade edebilen bir tesellim var: Paylaşmak. Öyle ya, hayatta kalabilecek kadar barınıp karnını doyurabilen biz iki ayaklılar, sonu gelmez maddi ve manevi tatminlerin peşinde değil miyiz durmaksızın? Dünya üzerinde ne kadar sefalet varsa sebebi bizi kör edip birbirimizden ayrı düşüren bu hırs değil mi? Çağımızın hastalığı bu bana kalırsa, unutuldukça unutmak... Hey Sen! Her canlının bu dünyaya bir geliş amacı var demiştin ya hani. Benimki de bu olsun öyleyse. Paylaşmak, küçük büyük demeden her şeyi, karşılıksız sevebileceklerimle paylaşmak. Ömrümün son on senesinde bundan en mahrum ettiğim insanlar ise bizzat en yakınımdakiler. Çoğu zaman bir daha ne zaman görebileceğimi dahi bilemediğim; her yola düşüşümde elinde bir tas su ile balkonda kimbilir ne kadar süre ile dikilen annem, metanetli görünmeye çalışsa da her gidişimde kanayan bir parçasını farkında olmadan valizime koyan babam, doğurttuğum ama büyütemediğim kardeşim, ve ben köşeyi dönene kadar indirdiğim yerden kımıldamayan, yüreğimin zindanına mahkum ettiğim sevgilim.

Peki geriye dönüp değer miydi diye soracağımız o gün gelecekti ya hani. Değmeyi bırak yakınından bile geçmiyor halbuki!..