BLOGGER TEMPLATES - TWITTER BACKGROUNDS »

28 Kasım 2010 Pazar

Gençsin, sus!

Aynen aktarıyorum:

Gençliği bir asayiş sorunu, bir an evvel atlatılması gereken bir hastalık olarak algılayan dilin hanidir meşru ve utanmazca dolaşımda oluşu, sorunun asıl kaynağını işaret etmiyor mu?

Aşina olduğumuz bir görüntü. Bu topraklarda yadırgayan çıkmaz. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Anadolu Üniversitesi’ne gitmiş. Orada, ‘Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru Hakkı’ başlıklı bir konuşma yapıyor. O sırada ayağa kalkan bir kız öğrenci, hayati bir itirazı dillendiriyor: “Siz burada yargı reformundan bahsediyorsunuz. Üniversite öğrencileri tutuklanıp cezaevine gönderiliyor.” Genç kız heyecanlı. Usuldan üstüne doğru hamle eden korumalara aldırmadan konuşmasını sürdürüyor. Orası bir üniversite. Oraya adımını atan, gençlerin sorularıyla, heyecanıyla, coşkusuyla başa çıkabilmeyi göze alacak. Ama çok geçmeden, derdini anlatmaya çalışan kızın ağzını kapayıp sürükleyerek dışarı çıkaracaklar. Susturulmasıyla birlikte kürsüyü yumurta yağmuruna tutan 2 arkadaşıyla. Sonradan adliyeden salıverilen öğrencilerden ikisine denetimli serbestlik uygulanacağını öğreneceğiz. Fotografa iyi bakın. İriyarı üç koruma bu cesur genç kızı çok tehlikeli bir katilmiş gibi karga tulumba dışarı atıyor. Yedek korumalar da tetikte. Aman, gençler konuşmasın.

Gençlerden korkanın üniversitede işi ne? Ortadoğu demokratı Başbakan da katıldığı Roman Çalıştayı’nda, ‘Parasız eğitim istiyoruz, alacağız!’ pankartı açtığı için Ferhat Tüzer ve Berna Yılmaz’ın tam 8 aydır tutuklu kalmalarından rahatsız görünmüyor. Meğer o pankartı açanlar örgüt üyesiymiş. Nasıl mı, anlatalım. Başbakan’ı kızdırdıkları için hayatları kararan o gençler, İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nın hazırladığı iddianameye göre Burger King’e ‘İncirlik Üssü Kapatılsın’ pankartı asmak, Edirne’deki linç girişimlerini, ‘Hayata Dönüş’ operasyonunu, NATO ve Dünya Bankası’nı protesto etmek, TEKEL işçilerine destek yürüyüşlerinde bulunmak gibi konkunç suçlar işlemiş. Davanın ilk duruşması 30 Eylül’de yapıldı. İki öğrenci tahliyesini talep etse de makeme tutukluluğun devamına karar verdi, duruşma 14 Aralık’a ertelendi.

O muhteşem Araf

Gençlik üstüne konuşacaksak kaçınılmaz olarak ona belirli özellikler atfedeceğiz. İlericilik, özgürlükçülük, isyankârlık ve dinamizm gibi. Mutlaka hatırlayanınız vardır, gençlik insanın kendinden önce gelenleri acımasızca sorguladığı, yerleşik kalıplara yönelik isyan duygusuyla dolup taşarak kendini bu vatanın ve giderek dünyanın sahibi zannedenlere saygıda kusur ettiği bir dönemdir. Kanımca ‘büyüklere saygıda kusur etmek’ gençliğin anahtar kavramıdır. Gençlik, bütün kutsal dokunulmazlıkları bir çırpıda gülünç kılan bir hava akımıdır. Bu hava akımının yolunu tıkayıp, hayatı aşırı cereyanlardan korumaya çalışanların korkusunu anlayarak başlayabiliriz, gençlik güzellemesine. Gençlikten söz ederken herkesin büyük bir rahatlıkla jandarma diline sarılıvermesinden irkilmiyor musunuz? Gençliği bir asayiş sorunu, bir an evvel atlatılması gereken bir hastalık olarak algılayan dilin hanidir meşru ve utanmazca dolaşımda oluşu, sorunun asıl kaynağını işaret etmiyor mu? Oturdukları postlarında keyifle kaykılıp gençlik enayiliklerinden söz eden, gençliğin hışırlıklarına burun kıvıran, bu kızamık gibi herkesin geçirdiği hastalığı nasıl atlattığına dair ipuçlarını kullanıma sunan ihtiyarlar ‘başarıya’ ulaşmış muktedirler işte. Onların, internet oyunları, mafya dizileri ve benzerlerinden daha karanlık, daha şiddete kışkırtıcı olduğunu görüyoruz. Ama ne yazık ki gençliğin tamamıyla şuursuz bir delilik hali, sıkı gözetim altında tutulmadığında tehlikeli ve bulaşıcı bir hastalık olarak tanımından en iyi niyetli yetişkinin bile nasibini aldığını görmek mümkün.

Gençler, insanlığın bir alttürü değildir. Gençlik; o muhteşem araf, her şeyin mümkün olduğunun en derinden hissedildiği yerdir. Gençliği anlamından soyup kırışıksız, yağsız bir varoluş, bir kozmetik sorununa indirgemiş; gençleri sabah şekerleri, gece gezerleri; münasebetsiz cikirtileriyle hayatımızı renklendiren kısa ömürlü yarım akıllılar olarak hazmedebilenlerin iktidarı altında yaşıyoruz. Bir an evvel kendi dilimize buyur etmeye çalışıyoruz gençleri. En büyük işadamına çırak ol. Güzel pozlar ver. Memleketini tanıtmak için sponsorluğumda iyi işlere soyun. Hazırolda dur. Yanıma gel. Birlikte gülelim gençlik salaklıklarına. Fazla gürültülü olmadığı takdirde sevdiğin müziği birlikte dinleyebilir, senin adına gençlik filmleri, gençlik kitapları, gençlik dizileri üretebiliriz.

O sırrı yitirmeyelim. Gençlerin bildiği, sizin çoktan unuttuğunuz bir şey olabileceğini düşündünüz mü hiç? Onların o kimileyin usulca kimileyin gürültülü uğultularının nasıl bir şey olduğunu hatırlayabiliyor musunuz? Evet, gençlere bakarken, ya hiç yaşlanmazlarsa, ya sırlarını satıp yanımıza gelmez, çantamızı taşımazlarsa diye kaygılanan yetişkinler dünyası, gün geçmiyor, gençler üstüne bir araştırma örgütlemesin. Gençlikle nasıl başa çıkılır, başı her görüldüğü yerde nasıl ezilir konusunda bir çalışmaya imza atmasın. Gençler, dünyayı bütün çıplaklığıyla görüyor. İktidarın bütün çehrelerini, yetişkin olmanın ağır şartlarını, kendilerine sabırsızca el eden dünyanın bütün kapılarını görüyorlar. Endişeleri, korkuları, coşkuları, inançları, çoktan yitirdiğimiz bir sırrın etrafında örgütleniyor. Bambaşka bir dünyanın mümkün olduğunu hissettikleri için orada, tam karşımızda uğulduyorlar. Savaş kışkırtıcıları, işkenceci teorisyenleri, kendi parçalanmış geçmişlerinin hesabını soramadan oturanlar, doymak bilmez köşe tacirleri, ‘hırsızın hiç mi suçu yok’çular, yoksulluğu onur, emeği Türk değeri sananlar, uzmanlar, yerleşikler gençlerin şiddeti hakkında endişelerini belirtiyor. Gençler, başka bir dünyanın mümkün olmadığına ikna ediliyorlar. Zorla. Çoğu çabucak, telaşla büyüyor. Yaşlanıyor. Yaşlanmayanın vay haline!

Yıldırım Türker/Radikal/28.11.2010