Münevver Karabulut cinayeti, Tophane Olayları (konuyla ilgili Ece Temelkuran'ın bir yazısı), Sinem Erköseoğlu'nun şüpheli ölümü (soruşturma sürdüğü için kimseyi haksız yere de suçlamak istemiyorum) ve şimdi de bu! "E bunlar ne ki, daha neler (mesela Hanefi Avcı'nın tutuklanması hadidesi değil mi!) oluyo ülkemizde..." diye geçiriyo olabilirsiniz şu anda içinizden. Evet farkındayım, çünkü hiç istemesem de, hatta günlük gazete almasam da bu ülkede yaşananlara bir şekilde maruz kalıyorum ve de kayıtsız kalamıyorum. Çünkü her şeyden önce Tolgahan'ın ve diğerlerinin başına gelenler her şeyden önce benim ve sevdiklerimin başına da gelebilir. Öyle tahmin ediyorum ki aynısı sizler için de geçerli...
Burada içinizi karartacak yazılar yazmayı inanın hiç istemiyorum; ama Tolgahan'ın başına gelenler ile bendenizin geçtiğimiz haftasonu İstiklal Caddesi'nde hissettiklerim bir ölçüde kesişti de öyle oturdum masamın başına. Tam da Tolgahan'ın öldürüldüğü Pazar sabahı 04:00 sularında evime dönüyorken tam anlamıyla tiksindim etrafımda gördüğüm insan manzaralarından. Uzun uzadıya anlatacak değilim, az çok tahmin edebiliyorsunuzdur zaten. Dikkatinizi çekmek istediğim nokta ise şu: Babasının söylediğine göre Tolgahan'ın bıçaklandığı sırada olaya tanıklık eden birçok kişi yürüyüp geçmiş. Acaba? Yoksa? Ben de görüp geçmiş olabilir miyim? Öyle bir korku toplumuna dönüştük ki, gözlerim beni yanıltıyo olabilir mi diye düşünmeden edemiyo insan!
Ya siz? Siz olsaydınız ne yapardınız?
P.S. Yakınlarına başsağlığı dileklerimizle...
Being: Liverpool
10 yıl önce